Varoluşsal Bozulma ve Tükeniş
Günümüz dünyası, ahlaki aklın ve mantığın bütünüyle değersizleştirildiği, araçsal hesapların, ırkçı hesapların, ideolojik hesapların belirleyici olduğu bir dünyaya dönüşmüştür. Bugün, modern demokrasiler, Batılı demokrasiler, sömürgeciliklerin maskesi ola
Atasoy Müftüoğlu - İktibas Dergisi
İslam dünyası toplumları/ülkeleri/kültürleri, bu ülkelerin siyasal mevcudiyetleri, tarihin son yüzyıllarını, yabancı/ırkçı/sömürgeci/emperyalist/soykırımcı/işgalci/yağmacı, acımasız-ölümcül bir gerçekliğe, karanlık bir gerçekliğe maruz kalarak, bu gerçeklik tarafından edilgen nesneler haline getirilerek, kendi gerçekliklerini/bağımsızlıklarını ve özgürlüklerini gerçekleştirmeleri, sistematik bir biçimde engellendi, bugün de, engelleniyor. İslam dünyası olarak bilinen dünyada/toplumlarda, yabancı bir gerçekliğe maruz kalmak, bir kader gibi algılandığı için, yabancı gerçeklikle nihai bir yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleştirilemiyor. Yabancı gerçekliğe yönelik olarak kültürel/entelektüel bir direniş bilinci oluşturulamıyor. Bütün bunlar yapılamadığı gibi, sömürgeci gerçekliğe ait kavramlar/kurumlar kopyalanarak içselleştirilebiliyor.
Sömürgeci gerçekliğe ait kavram ve kurumları kopya eden, bağımlı/edilgen zihin dünyası, İslami bütünlüğü temsil ve tecrübe iradesini kaybediyor, İslami özgünlüğe, özgün aidiyet biçimine yabancılaşıyor. Sömürgeci gerçeklik tarafından, İslami kültür yağmalandığı için, İslami bütünlük ve evrensellik biçiminin içi tamamen boşaltılmış bulunuyor. Sömürgeci gerçeklik, sömürgeci diktatörlük şeklinde, ırkçı savaşlar yoluyla, kendi dışında kalan dünyayı aşağılayarak yok sayıyor. Sömürgeci gerçeklik, modern zamanlar boyunca soyut evrenselciliği ideolojik bir propoganda aracı olarak kullandı, bugün de aynı şekilde kullanmaya devam ediyor. Yerlilikler, millilikler, taşralılıklar bu soyut evrenselcilik karşısında tutunamıyor.
Modern soykırım ideolojileri, sömürgeci terör, Aydınlanma rasyonalizmi tarafından sistematik hale getirilerek meşrulaştırıldı. Günümüzde de, Amerika ve İsrail devlet terörü, iki karanlık ırkçılık, iki demokratik diktatörlük adına, aziz Filistin’i bir enkaz ülkesine dönüştürmeye çalışıyor. Modern tarih boyunca, savaşları insanileştirmeyi amaçlayan uluslararası hukuk çalışmaları, insani hukuk çalışmaları, soyut hukuk metinleri olarak muhafaza ediliyor. Daha önce Bosna’da yaşanan soykırım sırasında görüldüğü üzere, Filistin’de, 7 Ekim 2023 Hamas-İsrail savaşı sırasında da, uluslararası insani hukuk adına, hiç bir uygulama hayata geçirilemedi. 7 Ekim 2023, unutturulmak istenen Filistin sorununu insanlığın gündemine yeniden kazandırdı. Haziran 1967’de üç Arap ordusu karşısında altı günde galibiyet elde eden İsrail, Amerika ve Avrupa’nın koşulsuz desteklerine rağmen, Hamas ve İslami diğer direniş örgütleri karşısında, bir yıl boyunca çok büyük aşağılanmalar yaşadı.
İslam dünyası olarak anılan dünya, Gazze’de yaşanan eşi ve benzeri görülmemiş soykırım, şehir kırımı ve eğitim kırımı karşısında, Filistin’i, Filistinlilerden boşaltma için, yeni bir büyük göçe zorlamak üzere sürdürülen savaş sırasında İsrail karşısında caydırıcı bir siyasal irade oluşturamamış, ancak, İslami direniş hareketleri, direniş mücadelesiyle, İsrail’in yenilmezlik efsanesinin yerlerde sürünmesini sağlamışlardır. Haçlı-Siyonist emperyalizminin küresel alçaklığı karşısında, İslam dünyası ölümcül ve utanç verici bir sessizliği seçerek, İslami onurun evrensel ifadesi olan Filistin’in muhteşem direniş destanına kayıtsız kaldı. Ölümcül kayıtsızlıkların ardında, resmi bağımsızlıklar tarafından örtbas edilen bağımlılıkları ve zorunlu ittifakları görmek, bunlarla yüzleşmek gerekir.
İslam dünyası olarak bilinen, ancak, İslami bütünü, bütünlüğü, bu bütünlüğe özgü içeriği, vizyon ve misyonu, evrensel bir dünya görüşü, siyaset ve hayat tarzı şeklinde bütün boyutlarıyla temsil-tecrübe iradesine sahip olmayan taşralı-ufuksuz kadrolar, aziz İslam’ı kendi ihtirasları doğrultusunda amansız bir biçimde istismar ediyor, istismar edebiliyor. İslam ülkesi olarak bilinen ülkeler, gerçek anlamda İslam ülkesi olmadıkları, ulus-devlet realizmleriyle sınırlı oldukları için, İslami siyasal dayanışmayı/birliği hiç bir şekilde gündemlerine alamıyor, dayanışma ve birliği tasavvur ve tahayyül edemiyor. İran’da gerçekleşen İslam Devrimi, Batı merkezli sömürgeci gerçeklik, sömürgeci diktatörlük, sömürgeci otorite ve meşruiyeti reddederek, İslami gerçekliği hayata geçirdiği için kırk beş yıldan bugüne Aydınlanma rasyonalitesi adına, her alanda terörize ediliyor.
İslam dünyası olarak bilinen-anılan dünyada/toplumlarda, taşralı popülizmler, taşralı hamaset kültürü, yalnızca, muhafazakâr-dindar nesneler üretmeye yarıyor. Taşralı popülizmler, Müslüman halkları siyasal dünyaya, siyasal bilince ve kültüre yabancılaştırıyor. Siyasal dünyaya yabancılaştırılan yerli-milli kültürlerden, küresel siyasal dayanışma iradesi çıkmıyor, çıkarılamıyor. İslami varoluşun-sorumluluğun, küresel bağlamda etkinlik üretmek, etkin olmak anlamına geldiğini hatırlamak gerekiyor. Bugün, İslam toplumları içerisinde, yaşadığımız toplumda da, görülebileceği üzere, kültürel entelektüel içerik üretmek yerine, yalnızca propoganda üretiyor. İslami bilinç ve ufuk, küresel gündemi olan, yerel ötesi ufuklar, tahayyüller ve projeler üzerinde çalışmayı gerektirir. Muhafazakâr-dindar toplum kesimlerinin, muhafazakâr-dindar düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının, iktidarların sömürgesi haline getirildiği toplumlarda, bugün, küresel ölçekte içerik üreten, hiç bir entelektüel/bilimsel derinlik, yoğunluk ve üretkenlik yaşanmıyor.
Aziz İslam’ın, yerli-milli patolojiler, şanlı tarih romantizmi/nostaljisi doğrultusunda çarptırılarak, yerli-milli bir folklore, politik bir propoganda aracına dönüştürülmesi sebebiyle, teknolojik-bilimsel diktatörlüğün, insan fıtratına müdahale etmek üzere, insanlığın biyolojik ve genetik yapısını değiştirme uğraşlarına-iddialarına, genetik manipülasyonlara, insan-makine yakınlaşması çalışmalarına, İslami cevaplar verilemiyor. Teknolojik-bilimsel diktatörlük toplumları dijital kontrole-denetime ve işgale maruz bırakıyor. Dijital özneler, plastik varoluşlar oluşturuyor. İslam toplumlarında muhafazakâr-dindar tiranların, tiranlıklarını meşrulaştıran konformist din algısı, İslami bütünlük ve evrensellik bilincine telafi edilmesi mümkün olmayan çok ağır ve derin hasarlar veriyor. Muhafazakâr-dindar tiranların yönetiminde olan ülkelerde, hukuk mutlak bir biçimde araçsallaştırılıyor, yasal ile yasadışı arasındaki sınırlar göreli hale geliyor, yasadışı yasalar normalleşiyor, siyasal muhalifler için istisnai cezalar uygulanıyor, özel adalet uygulamaları hayata geçirilebiliyor. Muhafazakâr dindar tiranlar, yönettikleri ülkeleri bir ceza sömürgesine dönüştürüyor.
Hangi toplumda olursa olsun, bir toplumda eşitsizlik rejiminin kurumsallaşması, sınırsız yetkilerin normalleştirilmesi, ilgili toplumlarda, tiranlıkların sıradanlaşmaya başladığını gösterir. Hayatı bir hesap kitap konusu haline getiren kitleler, bilinçli farkındalıklara bütünüyle yabancılaşıyor. Bilinçli farkındalıklara sahip olmayan toplumlarda, yapısal sorunlar, eşitsizlikler, adaletsizlikler, yolsuzluklar, yoksulluklar, yoksunluklar, otoriter popülizmlerin kullandığı hamaset dili yoluyla kolaylıkla örtbas edilebiliyor. Taşralı popülizmler ve hamaset kültürü, topluluklarımızı düşüncesiz büyük sürülere dönüştürüyor. Muhafazakâr büyük sürüler, paranoyak eğilimlerin toplumsallaşması, histerik şiddetin normalleşmesi, kadın cinayetlerinin gündelik hale gelmesi, kadınlara yönelik barbarlıklar karşısında ahlak dışı bir sessizlik sergiliyor. İslam toplumu olarak tanımlanan toplumlarda, konformist kültür, bilinçli cehaleti tahkim ediyor, cehalet kutsallaştırılıyor. Bir toplum, kendisini İslam’a nisbet eden bir toplum, diğerkâmlık ahlakını/kültürünü kaybettiğinde, bir İslam toplumu bir erdemliler ve bilgeler toplumu olmaktan çık- tığında/çıkarıldığında, yalnızca popülist bir propoganda toplumuna dönüştürüldüğünde, önyargılara dayalı karşıtlıklar, etnik ve mezhepçi karşıtlıklar, birbirlerinin varlığını varoluşsal olarak değersizleştirmeye çalışıyor. Bu tür karşıtlıklar-önyargılar sebebiyle Türkiye bugün, birbirlerinin varoluş biçimlerinden rahatsız olan kesimlerin, birbirlerini düşman olarak gördükleri depresif bir dönemden geçiyor. Bu nedenledir ki, popülist politik propoganda aygıtları, hiç bir ahlaki gerekçeye, akla ve mantığa sığmayan ve yalnızca iktidarı her tür eleştiriden muaf tutan bir dil ve söylem üzerinde yoğunlaşıyor. Türkiye’de kendilerini muhafazakâr-dindar olarak tanımlayan kesimler, bu kesimlere hitap eden, düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat hayatı, gündelik travmaların yoğunlaştığı-derinleştiği-yayıldığı bir toplumda yaşadıkları halde bunları görmüyor, konuşmuyor, tartışmıyor. Konformist din algısının belirleyici olduğu toplumlarda, bilinçdışının mutlak belirleyiciliği, Müslümanları, Müslüman aydınları, akademisyenleri, edebiyat adamlarını vb. bilinçdışının köleleri haline getirebiliyor. Konformist din algısı karizmatik dini ya da politik figürlerin hezeyanlarını bile kutsallaştırabiliyor. Bilinçdışına köleliği ve cehaleti kutsallaştıran gelenek, bilinçli varoluşları ve tercihleri imkânsız kılıyor. Kibir ve sınırsızlık algısı, kişilik ve karakter bozuklukları şeklinde tezahür ediyor. İslami kişiliğimiz ve kimliğimiz günlük bilinçte, ahlaki sınırlara riayet ettiğimizde gerçek olur. Kabileci-taşralı karşıtlık üreten ve ötekileştiren tercihler, bilinçli farkındalık temelinde gerçekleşen İslami varoluşu imkânsız kılar. Hangi alanda olursa olsun, gerçek özgürlük bilinçli farkındalıkla başlar. Bilinçdışının egemenliği, İslam toplumlarında duyguları ve duygusallıkları tahrik ederek, halkı-toplumu gerçek dünyadan uzaklaştırıyor. Otoriter popülizmler ve oportünizmler, bilinçdışının hakim olduğu toplumlarda istismarcılıklarla yükselişe geçiyor, toplumsallaşıyor. Günümüz İslam toplumlarında otoriter popülist propogandanın ezici gücü, insani hassasiyetlere, entelektüel-estetik-eleştirel hassasiyetlere geçit vermiyor. Bir diğer yanda, dijital sömürgecilik ve teknolojik tahakküm, varoluşsal sorunlara yönelik ilgi ve dikkati erozyona uğratıyor. Teknoloji diktatörlükleri, toplumların/halkların kültürel/siyasal/ekonomik tercihlerini, tüketim tercihlerini belirleyebiliyor, etkileyebiliyor, yönlendirebiliyor. Teknoloji tiranları, bütün toplumlarda siyasal süreçlere müdahale edebiliyor. Yapay zekâ yoluyla yanlış/çarpık/kirli bilgi üretilebiliyor, toplumlar/halklar istenilen doğrultuda yönlendiriliyor, dezenformasyona maruz bırakılabiliyor. Günümüzde yapay zekâ teknolojileri, birkaç teknoloji sapığının elinde bulunuyor. Teknoloji tiranlıkları, bilimsel kibir, varoluşun ilahi hakikatin eseri olduğunu kabul etmek istemiyor. Bilim ve teknoloji varoluş hakkında anlamlı olabilecek hiç bir şey söyleyemiyor. Bilimsel ve teknolojik kibir bütün anlam ve bilgelik sistemleriyle savaşıyor. Hangi toplumda olursa olsun, sosyal gerçekleri, bunların neden olduğu ağır ve derin sorunları görmeyen tiranlar, kişisel ihtiraslarını, kişisel gündemlerini gerçeğe dönüştürebiliyor. Sağcı muhafazakâr, konformist dindarlık zihinsel bir körlüğe neden olduğu için, toplumlarımızda niteliksel-evrensel birikime/ufka/ değerlere sahip kadrolar yetişmiyor, yetiştirilemiyor.
Günümüz dünyası, ahlaki aklın ve mantığın bütünüyle değersizleştirildiği, araçsal hesapların, ırkçı hesapların, ideolojik hesapların belirleyici olduğu bir dünyaya dönüşmüştür. Bugün, modern demokrasiler, Batılı demokrasiler, sömürgeciliklerin maskesi olarak mevcudiyetlerini sürdürüyor. Demokrasilerin mitolojik boyutları, efsanevileştirilen boyutları, demokrasiler için küresel propoganda imkânı sağlıyor. İslami bütünlük ve evrensellik bilincinin/dikkatinin, sömürgeciliklerle demokrasilerin bir bütünlük oluşturduğunu görmeleri gerekir. Bugünün demokrasileri masum Filistin halkına yönelik olarak Siyonist mesihçiliğin uygulayageldiği, kitlesel tehcirler/sürgünler/beton duvarlar/demir kafesler/gözetim ayrım teknikleri/kentlerin hapsedilmesi/sınırsız sadizm ve mazoşizm uygulamalarını, kapsamlı sapkınlıkları, kültürel soykırımı insan hakları sorunu olarak görmüyor. Bütün bunlar demokratik-liberal dünyanın, Siyonist dünyanın vicdanı olmadığını gösteriyor.
İçerisinde yaşadığımız dönemde, muhafazakâr dindar kesimler de, tüketim kapitalizminin köleleri haline geldikleri için, İslam bütün derinliğini ve niteliksel işlevlerini kaybederek, yüzeylerin ve niceliklerin konusu haline geldi. İslami sadelik ilkesinin, kanaatkarlık ilkesinin, diğerkâmlık ilkesinin, bereket ilkesinin yerinde yeller esiyor. Muhafazakâr dindar kesimlerde de, ahlaki hesapların-kaygıların yerini, kâr hesapları ve kaygıları alıyor. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, dijital kültür ve dijital sömürgecilik, yerli-milli sınırları geçersiz kılarak, kültürel özgünlükleri geçersiz hale getirerek, bütün toplumları teknoloji tiranlarının çıkarları/beklentileri doğrultusunda dönüştürüyor, ilhak ediyor. Kapitalist-emperyalist dünya düzeni, bütün halkların/insanlığın ve tabiatın küresel ölçekte sorumsuz ve sınırsız bir şekilde sömürülmesiyle bugünlere ulaştı. Ekonomik kalkınma adına doğal kaynakların barbarca sömürülmesi, ekosistemin çeşitliliğine büyük zararlar verdi, türlerin kökünü kuruttu. Günümüzde, yeni teknolojiler ekolojik bir suç makinesine dönüşüyor. Bu teknolojilerin çevreye maliyetlerinin mahiyetini bilmiyoruz. Kapitalosen çağı, sorumluluklarının ve sınırlarının bilincinde olan, her durumda ahlaki davranan nesillerin de sonunu hazırladı. Küresel teknolojik tahakküm çağında dijital denetim, kontrol ve baskı çağında, ısrarla hamasetle oyalanmak, düşüncesizlikle malûl olan toplumlara özgü bir kötürümlük biçimidir. Her özgürlük, kapsamlı bir düşünme hamlesiyle, kolektif bir adanmışlıkla kazanılabilir. Genç kuşakları popülist propoganda sistemine, politik sisteme aparatçikler olarak kazandırmaya çalışmak, bu kuşakları ahlaki ve entelektüel özgürlüğe yabancılaştırıyor. Günümüz İslam toplumlarında, iktidar patolojileri homolojiler üretmeye çalışıyor. Politik propoganda amacıyla üretilen her popülizm değersiz bir içeriktir. Popülizmlerle savrulmak, zamanı değersizleştirmek, zamanı hiçleştirmektir. İtaat ve sadakati mutlaklaştıran toplumlarda, kültürlerde, resmi çerçeve dışında, eleştirel-entelektüel içerik üretmek imkânsızdır. Günümüz toplumlarında bireyler, cemaatler, partiler nasıl olduklarıyla değil, nasıl göründükleriyle ilgileniyor. İtaat ve sadakati kutsallaştıran gelenek sebebiyle, politik partiler de, her tür eleştirinin imkânsız olduğu, tarikatlar gibi çalışıyor.
Günümüz insanı, aldatıcı/yanıltıcı/avutucu kavramlarla yüzleşemiyor, yüzleşmeyi düşünmüyor. Sınırsızlığın özgürlük olarak algılandığı bir dünyada yaşıyor, sınırsızlıkların yerel anlamda da, küresel anlamda da barbarlıklara, tiranlıklara dönüştüğünü fark etmiyoruz. Günümüz toplumları/ülkeleri yerliler ve yabancılar, muvafıklar ve muhalifler arasında bölünmüş bir dünya manzarası sergiliyor. Bu durum radikal yabancılaşmalara, radikal çürümelere neden oluyor. Medyatik varoluşların sahteliği ve yüzeyselliği, gerçek hayatı kirletiyor. Yeni teknolojiler dijital sürüler oluşturuyor. Dijital sürüler, teknoloji tiranlıkları tarafından, bu tiranların çıkarları doğrultusunda sürüklendikleri için, büyük bir ufuk kaybı, anlam ve kimlik kaybı, aidiyet ve derinlik kaybı yaşadığını görmüyor, anlamıyor. Dijital sürüler, düşüncesizliğin özgürlüğü ile büyüleniyor. Anlamlı, derinlikli, erdemli, çok ufuklu, çok boyutlu bir varoluşun, ölüm bilincini-farkındalığını tefekkür ederek başlatılabileceği hiç düşünülmüyor, akledilemiyor. Anlamsız, ufuksuz, sorumsuz varoluşlar, köhne milliyetçiliklerle, köhne mezhepçiliklerle oyalanıyor. Bu köhnelikler, kamplaşma ve ayrımcılıkları sıradanlaştıran bir gerçeğe dönüşebiliyor. Türkiye’de kimi dönemler boyunca, İslami kesimlere yönelik olarak uygulanan hukuki/bürokratik/kurumsal ayrımcılık, içerisinde bulunduğumuz dönemde, bu defa, seküler/muhalif kesimlere yönelik olarak uygulanıyor. Bu durum, varoluşsal bir bozulma, tükenme ve çürüme ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, görünüş ve gerçeklik arasında büyük uçurumlar olduğunu görmek gerekir. Siyasetin günü kurtarmacılığa dönüştüğü toplumlarda, radikal yalanlar gündemi belirler. İslami varoluşu/mevcudiyeti anlamlı kılan fani’lik idrakini kaybedenler, bütün bilgeliklere/erdemlere yabancılaşır, içerisinde bulunduğumuz dönemde içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere köhne karşıtlıklar, köhne önyargılar, köhne bencillikler ve tiranlıklar icat ederler. Anlamlı ve sorumlu bir hayat yaşamıyor, günü kurtarmacılıkla hayatımızı sürdürüyorsak, yaşamıyoruz demektir. Bir şeyi propogandaya maruz kalarak yapmakla, bilinçli olarak yapmak arasında çok büyük farklar olduğunu hatırlamak gerekir.
Modern-liberal barbarlıklar, insanlığın en büyük düşmanı Amerika ve İsrail, haçlı ve Siyonist emperyalizm şeklinde bugün sınırsız bir biçimde kötülük yapma, soykırım yapma özgürlüklerini kullanıyor. Bir türlü tamamlayamadıkları, tamamlamayı düşünmedikleri, yarım kalan bağımsızlıkları sebebiyle bugün, İslam ülkesi olarak anılan ülkeler, insanlığın en büyük düşmanı Amerika ve İsrail’le müttefik konumunda bulunuyor. Amerika/İsrail bugün, hiç bir şekilde kullanılmaması gereken kötülük özgürlüklerini sınırsız bir biçimde kullanarak, nasıl insanlık düşmanlığı yapılabileceğini somut olarak gösteriyor. İnsanlığın en büyük düşmanı olan ülkelerin müttefiki olan ülkelerin, İslam’ı bütün özgün kavram ve kurumlarıyla, evrensellik ve bağımsızlık bilinci içerisinde temsil-tecrübe etmek gibi bir iddiaları yok. Bu ülkeler böyle bir iddiada bulunamayacaklarını yerli-milli sınırlara, yerli-milli bencilliklere kapanarak kanıtlıyor. Yerli-milli rejimlerin dini aidiyetlerinin İslam’ın kendisini ve özgün içeriğini kapsamadığını, yerli-milli folklorle sınırlı, sakallı-başörtülü bir dindarlık olduğunu, bu dindarlık biçimlerinin de popülist demagojiler aracılığıyla sürdürüldüğünü bilmek gerekir.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.