1. YAZARLAR

  2. Nasuhi Güngör

  3. Yenilenen devlet aklı ve Erdoğan
Nasuhi Güngör

Nasuhi Güngör

Yenilenen devlet aklı ve Erdoğan

A+A-

Türkiye’de karar verici diye tanımladığımız isim ya da kurumlarla, o karar süreçlerinin olmazsa olmazı sayılan eleştiri-analiz-öngörü zincirinin ne denli bağı olduğunu tartışabiliriz. Ancak yine de geçmişin büyük mirasından, yani tecrübe ve hafızasından gelen reflekslerin ve hatta sezgilerin, beklenmedik hadiseler karşısında bizi belli düzeyde hazırlıklı kıldığını söyleyebiliriz.

Birinci Dünya Savaşı ile varlığı sona eren Osmanlı İmparatorluğu’nun son haliyle bile hayli geniş bir coğrafyada inşa ettiği barış, bugünün sancılı süreçlerinde sıkça hatırlanıyor olsa gerek. Savaş sonrasında yeni düzeni kuran ana güç olan İngilizlerin, her biri ötekine çatışma ihraç eden modellerle ortaya çıkardığı “devlet”lerin, yüzyılı aşkındır yarattığı her sorun bir şekilde Türkiye’yi etkiliyor.

KASIRGA YETERİNCE TARTIŞILMADI

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan partisinin grup toplantısında bahsettiğim bu sürece dair çok önemli değerlendirmeler yaptı. Önceki yazıda da alıntı yapmıştım: “İkinci Cihan Harbi sonrasında inşa edilen, soğuk savaşın bitimiyle adeta kökleşen küresel sistem açıkçası temelden çatırdıyor."

Kuşkusuz bu durum ilk savaşın bitmeyen hesaplaşmasının da getirdiği bir aşama. Ancak bugün yaşananları, kanaatimce her siyasetçinin satır satır okuyup üzerinde kafa yorması gereken cümlelerle ifade etti Cumhurbaşkanı:

"Neoliberal ekonomik ve siyasal düzenin yerine daha korumacı bir yapının yükselmekte olduğunu görüyoruz. Sadece Asya'da, Avrupa'da, Amerika'da değil, hemen her yerde devletler, toplumu ve ekonomiyi güçlendirmeyi amaçlayan politikalar üretiyor. Büyük küçük demeden herkesi etkileyecek şiddetli bir kasırganın geldiğini söylemek, abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.”

ERDOĞAN VE DEVLET AKLI

Takip edenler hatırlayacaktır. Bu kasırgaya dair Türkiye’nin fevkalade öngörülü davrandığını, tam da bu nedenle iç siyasetin gündelik tartışmalarını aşan politikalar üreterek yola çıktığını savunuyorum. Ekim 2024 itibarıyla ortaya çıkan sürecin/gündemin bu ana stratejinin önemli bir parçası olduğunu düşünüyorum. Başarısı da o denli hayati önemde.

Devlet aklının ve onu besleyen hafızanın rolünü her zaman hatırda tutarak şunu ifade edebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem bu akıl ve hafızayla yeni bir ilişki kurarak, onun beklenen kasırgalar karşısında ülkemizi tahkim etmesini hedefledi. Hem de çeyrek asırlık iktidar tecrübesini, kararlı hamlelerin yanı sıra, temkin ve tedbiri elden bırakmayan, ayrıca mutlak surette alternatifini hazırlayan bir modele dönüştürdü.

TÜRKİYE, KÜRESEL GÜNDEMİN MERKEZİNDE

İç siyasetteki hiçbir gelişmeyi önemsiz sayıyor değilim. Ancak Türkiye’nin önündeki gündemin, ki bunun dünyayla bağının ne denli sıkı olduğunu herhalde hepimiz görüyoruz, çekişmelerin gölgesinde kalmasını eleştiriyorum.

Türkiye, bölgesinde pek çok soruna, sürece ve gelecek kurgusuna müdahil. Başka bir ifadeyle yüksek düzeyde ilgi gösteriyor. Ancak burada hassas bir çizgi var. Bunu da daha önce ayrıntılı olarak tartışmıştım. Bir meseleye müdahil olmakla, onun içindeki ya da yakınındaki çatışmalara dahil olmak aynı şey değildir. Dahası, asıl önemli olan bu sorunları, çatışmaların tarafı olmadan çözüme gidebilmektir.

STRTATEJİK KÖPRÜDEN ÖTESİ

Esasen bölgemizde kurmak istediğimiz, her bakımdan küresel ölçekte dikkatle takip edilen ve beklentilerin üst düzeyde olduğu dengelerin ana dinamiği çok açık. Kendi güvenliğimizi sağlamak; buna yaparken de geleneksel tanımla doğu ve batı arasındaki stratejik köprü rolünü güçlendirmek. Hatta bunu yeni bir tanıma kavuşturmak. Hemen her hamleyi bu başlık altında tanımlamak mümkün.

Bu rolün geçtiğimiz yüzyılda da geçerli olduğunu savunanlar bir yere kadar haklı olabilir. Ancak Türkiye’nin iki dünya arasındaki rolünün; etkinlik, vazgeçilmezlik ve hepsinden ötesi kendisine sağladığı alanlar açısından geçmişten çok daha güçlü olduğu ortada.

MUHALEFETİN ÖNÜNDEKİ PERDE

Türkiye’de mevcut iktidara, esasen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a muhalif olan kesimlerin, “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” parantezine sıkışıp kalması, dünyayı doğru okuma konusunda da önlerine kalın perdeler gerdi.

Bu durumun muhalefetin (muhalif değil) okur-yazar kesiminde de geçerli olmasının şaşırtıcı bir yanı yok. Çünkü CHP başta olmak üzere muhalefeti bu cenderenin içine sokanlar zaten onlar. Avrupa’dan çaresizce yardım talepleri, yabancısı olmadığımız ve artık bugün itibarıyla sonuç alma ihtimali olmayan köhne alışkanlıklar sadece.

Dolayısıyla Erdoğan’ın ne yaptığını takip etme ve anlama konusunda hayli geride kaldılar. Bu mesafe içerideki tartışmaları köpürtüp sokağa taşıyarak kapanacak durumda değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar