Yurtta ve cihanda aynı rüzgar eserken, biz
Ortalıkta, içeriği ve iddiaları izah edilemeyen, arkasında durulamayan; hukuk dilinden ziyade medya ve siyaset diliyle takdim edilen çok fazla dava dosyası var. Hep vardı, şimdi daha çok var. Bu da demektir ki demokrasi daha büyük tehdit altındadır. Demokrasinin ve icranın temsilci olan siyaset kurumu baskı altındaysa orada işler hiçbir sahada yolunda gitmiyor demektir.
Hem siyasette hem de siyasetle alakalı dünyalarda neler oluyor bakalım.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin muhalefet kanadından öne çıkan ve önseçim mekanizmasına giren güçlü ismi Ekrem İmamoğlu ağır ve sistematik saldırılara muhataptır. Ahmak davası gibi zorlama dosyalardan sonra seviye iyice düştü ve yüksek lisans yapan bir politikacının lisans diploması bile tartışmaya açıldı. Bilirkişi meselesinden bir dava daha. Eskilerle yenileri topla, etti altı dava. Hepsinin ortak amacı İmamoğlu’nu siyasi yasak hattında tutmak, itibarsızlaştırmak ve pırıltısını zayıflatmak…
Sadece şahsına yönelik değil, İmamoğlu’ndan selam alan veren kim varsa; onlar da hedefte… Belediye başkanlarının koltuklarından atılması ve hapse gönderilmeleri gibi. Kent uzlaşısı falan bahane; İmamoğlu ile uzlaşma halinde olan herkes davalık oluyor. Hatta Cumhurbaşkanı, TÜSİAD başkanlarının konuşmasını bile ima yoluyla İmamoğlu’na destek iddiasına bağlamıştı. İki başkan da gözaltını yaşadı, şimdi de dava açıldı. Beş yıl bilmem kaç ay hapis talebiyle.
Bütün bunlara rağmen Ekrem İmamoğlu yola çıktı ve geri dönecek gibi de değil. Dursa da zaten durum değişmeyecek çünkü daha 2019 Mart ayında seçimi kazandığında mimlenmişti. Bu saldırılar ve siyasette eziyeti yaşamak O’nun kaderinde var.
Başka bir bahis açalım… Zira, birçok şey siyaset ama herşey de değil. Ekonomi mesela. Elimizde, sene sonunda enflasyonun yüzde 24’e ineceği gibi iyimser bir tahmin var. Piyasa tahmini malum, yüzde 30-35 arasında değişiyor… Vatandaş ise ne dersen de yüzde 100’den aşağısının gerçek enflasyon rakamı olarak asla kabul etmiyor. 20’lere, 30’ylara zerre kadar inanmıyor… Yine de diyelim ki yüzde 24 hedefi tuttu. Buna sevineceğiz ve iktidar da yüzde 24’le “başardık” diye propaganda yapacak, düşünün. Yüzde 24… Avrupa’nın toplam enflasyonundan daha fazlası bizim zaferimiz olacak! Bir ülke daha ne kadar gerileyebilir? Kötü yönetilen ve gerçeklerden kopuk fikirlerin hüküm sürdüğü yılların ardından, aza razı olmanın mutluluğuna boyun eğmekten daha kötü ne olabilir? Hasılı… Ekonomi en iyimser senaryoda bile bu ülkenin potansiyelinin altında kalıyor. Ağır faiz yükü ve zayıf üretim kapasitesi, diyelim anlaşılır.
Biraz daha derinleşelim… Siyasetin baskın, karanlık ve boğucu gündemi bize neleri unutturuyor? Hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hesap verebilirlik, ifade hürriyeti, eğitim gibi temel ünitelerde dünyanın en kötü ülkeleri arasında olduğumuzu. Hepsinde en kötüler sırasındayız ve her sene daha da kötüye gidiyoruz. Kimin umurunda? Her türlü siyaset mühendisliği mübah iken hukukunun üstünlüğü de ifade hürriyeti de zaten yük değil mi? Hukuk üstün olsa, üstüne bir de özgür basın; o zaman siyaset mühendisliği nasıl yapılacak!…
Dışarıya bakalım… Bütün bunların üzerine küresel hukuksuzluğun ve siyasi ahlaksızlığın fırtına gibi esen lideri Trump geldi. Ne kadar otokrat ve otokrasi heveslisi lider varsa bayram ediyor. Demokrasi ve hukuktan bahseden olursa onlara, “Amerika da böyle yapıyor… Amerika Başkanı bile her istediğini yapıyor” demenin lezzeti var ya... Bütün otokratların bu cümleleri iştahla söyleyeceği zamanlara geldik. Devirleri uzun sürmez ama tahribatları cürümlerinden ağır olur, maalesef.
Dönelim en başa, kendi gündemimize... Türkiye’nin hukuka, demokrasiye, iyi bir eğitim sistemine, sağlam bir ekonomiye ve değişime ihtiyacı o kadar acil ki; davalara, dosyalara, yasaklara ve hatta Amerika’dan esen rüzgarlara aldıracak hali yok. Kaybedecek vakit ve harcayacak kaynak kalmadı. Deniz de bitti tahammül de…
Yeter ki milletin direncini canlı tutacak, enerjisini değişime taşıyacak bir siyaset olsun.